10 Nisan 2016 Pazar

Jose Mauro De Vasconcelos - Şeker Portakalı

Can Yayınları
Çeviri : Aydın Emeç
Sayfa Sayısı : 182

Çocuk ruhunun güzelliğini, çocukların çocuk gibi davranması gerektiğini, Zeze'yi arkadaşı Portuga'nın ailesinden daha iyi anladığını aktaran bu muhteşem kitap yetişkinlere ithaf edilmiştir.

Bu kitabı okuduktan sonra her çocukta Zeze'yi göreceksiniz.

İnsanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor muydu yoksa? Bir şey demedim. Bilmiyorsa bunu ona öğretmeyecektim.


Büyüdüğüm zaman bilgin ve şair olmak, kelebek boyunbağı takmak istiyorum. Kelebek boyunbağımla resim çektireceğim. "Neden kelebek boyunbağı?"  :) "Çünkü insan kelebek boyunbağı olmadan şair olamaz. Edmundo dayı bana dergilerdeki şair resimlerini gösterdi, hepsinin kelebek boyunbağı var."


"Büyükler söyleyebilir, onlar için önemi yoktur."


Büyüdüğüm zaman görecekti onlar. Amazon yöresinde bir orman satın alacaktım, gökyüzüne değen bütün ağaçlar benim olacaktı. Üzerinde yığınlarla melek bulunan bir mağaza dolusu şişe satın alacaktım, kimseye bir kanat ucu bile vermeyecektim. :)


"Herkes her zaman haklı. Bense hiç bir zaman."


"Bu yarasanın seni çok sevdiğine inanıyor musun?

"Evet seviyor."
"Yürekten mi?"
"Bundan hiç kuşkum yok."

"Çünkü herkes kelebek boyun bağlı bir şair olmak için doğmadı.Ama istersen sen de öğrenebilirsin."

"Hayır, sanmıyorum. İnsanda böyle şeylere doğuştan 'yatkınlık' olmalı."

"Kimseden hiç bir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum. Hem, küçük İsa herkesin söylediği, papazın ve din kitaplarının anlattığı kadar iyi değil..."


Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, aynı üzüntüden payını alan büyük ve üzgün kişiler.


Cebimdeki para nedeniyle bir süre güçlendim, yüreklendim.


Başımı eğdim ve Totoca'nın dediği gibi, yalnız zengin kişileri seven küçük İsa'yı düşündüm.


Seni öyle güzelleştireceğim ki, hiç bir ağaç seninle boy ölçüşemeyecek. :)


Acıyan yerimi ovuşturarak dışarı çıktım, yüzükoyun yatağa uzandım. Babamın kağıt oynamaya gitmesi büyük talihti doğrusu. Son gözyaşı damlasını da içime akıtarak ve en iyi dayak ilacının yatak olduğunu düşünerek karanlıkta öylece yattım.


Açıklayayım Zeze. Bu değişimin ne olduğunu biliyor musun? Büyümektesin demektir. İnsan büyüdü mü böyle olur. Yani bilinçlenir. İçindeki o konuşan ve gören şeye 'bilinç' denir.


"Uç küçük kuşum, yükseklere uç. Uç da Tanrı'nın parmağına kon. Tanrı seni başka bir küçük çocuğa

yollayacak. Benim için şarkı söylediğin gibi, onu. İçin de söyleyeceksin. Hoşça kal, benim güzel kuşum."

"Ağlamak kötü bir şey mi?"

"Ağlamak hiç bir zaman kötü değildir budala, neden sordun?"
"Bilmiyorum. Bir türlü alışamadım. Sanki yüreğim boş bir kafes..."

"Erken kalkıyorum ve Serginho'nun bahçesinin oradan geçiyorum. Bahçe kapısı aralık olduğundan hemen içeri girip bir çiçek alıyorum. Ama o kadar çok çiçek var ki farkedilmez."

"Evet ama bu yine de doğru bir şey değil. Yapmaman gerekir. Bir soygun yapmıyorsun elbette, ama yine de küçük çapta bir 'hırsızlık' sayılır."
"Hayır, Donna Cecilia. Yeryüzü, Ulu Tanrı'nındır, değil mi? Yeryüzündeki her şey de Ulu Tanrı'nındır öyleyse. O zaman çiçekler de..."
Mantığım karşısında ağzı açık kaldı. :)

Küçük düşmek çektiğim acıdan daha çok üzüyordu beni. Bu hayvana ağız dolusu sövmek isteği duyuyordum içimde.


"Portuga!"

"Hımmm..."
"Hep senin yanında olmak isterdim biliyor musun?"
"Neden?"
"Çünkü dünyanın en iyi insanısın. Senin yanındayken beni kimse azarlamıyor ve gün ışığının yüreğimi mutlulukla doldurduğunu hissediyorum."  :)

Ama Gloria bendeki değişimi bilmiyordu. Kararımdan haberi yoktu. Gittiğim filmleri değiştirecektim. Bundan böyle, büyüklerin deyimiyle aşk filmlerini görmeye gidecektim yalnızca. Öpüşmeli ve herkesin birbirini sevdiği filmlere. Dayak yemekten başka işe yaramayan ben, hiç değilse başkalarının seviştiklerini seyredecektim... :)


Bir gün Dindinha bana, sevincin 'yürekte ışıldayan bir güneş' olduğunu söylemiş, güneşin her şeyi mutlulukla aydınlattığını belirtmişti. Bu doğruysa, benim iç güneşim de şimdi her şeyi güzelleştiriyordu...


"Kraliçenin halkı nedir?"

"Verdiği emirlere boyun eğen insanlar."
"Ben de senin halkın olabilir miyim?"
 Otları bile kımıldatan neşeli bir kahkaha attı.
"Hayır, çünkü ben kral değilim, emir vermiyorum. Senden bir takım şeyler istiyorum yalnızca."
"Ama kral olabilirsin. Kral olmak için gerekli her şeyin var. Krallar da senin kadar iridir. Kupanın, maçanın, sineğin, karonun kralı, iskambil kağıtlarındaki bütün krallar senin kadar güzeldir, Portuga."
:)

"Biliyor musun, Minguinho; on iki çocuğum ve ardından bir on iki çocuğum daha olsun istiyorum, anladın mı? İlk on ikisi hep çocuk kalacak; kimse de onları dövmeyecek. Ötekiler büyük insan olacaklar. Onlara soracağım: Ne iş tutmak istiyorsun yavrum? Oduncu mu olmak istiyorsun? Peki, işte sana baltayla kareli gömlek. Sen bir sirkte hayvan eğiticisi mi olmak istiyorsun? Peki işte, sana kırbaç ve giysi..."

"İyi ama Noel'de bu kadar çocukla ne yapacaksın?"
Ah şu Minguinho! Böyle bir anda insanın hiç sözü kesilir mi?
"Noel'de çok param olacak. Bir kamyon dolusu kestane ve fındık alacağım. Bol bol ceviz, incir ve kuru üzüm. O kadar çok oyuncakları olacak ki, başkalarına verecekler, yoksul komşularına dağıtacaklar... Şimdiden sonra zengin olacağım; piyangoda kazanmak istediğim büyük ikramiyeden de çok param olacak. " :)

Ah Zeze ahh :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder