10 Nisan 2016 Pazar

Kumarbaz - Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren : Koray Karasulu
Sayfa Sayısı : 177

Ve gelelim benim büyük aşkıma. Bu kitap bir kumarbaz'ın psikolojisini işleyen tek kitap olma özelliğini taşımaktadır. Dostoyevski' yi anlatan bir filmde bu kitabı kumar  borcu yüzünden bir haftada bitirdiğini duymuştum. Daha sonra Kumarbaz'ı aslında üç haftada bitirdiğini nerede okuduğumu şu an hatırlayamadığım bir yerde öğrendim. Neticede kısa sürede muhteşem bir eser vermiş bir yazardır Dostoyevski. Benim için yeri doldurulamaz.


Onu seviyor muyum? Ve bir kez daha bu soruya cevap vermeye cesaret edemedim; daha doğrusu belki de yüzüncü kez ondan nefret ettiğimi tekrarladım kendi kendime. Evet ondan nefret ediyordum. Sırf onu boğabilmek için ömrümün yarısını vereceğim anlar (tam olarak sohbetlerimizin sonunda) oluyordu! Yemin ederim ki, sivri bir bıçağı yavaş yavaş göğsüne sokacak fırsatı bulsam, heralde büyük bir zevkle yapışırdım yakasına. Bu arada kutsal olan her şey üzerine yemin ederim ki, Schlanberg'de o mesirede "Atlayın aşağıya," deseydi kendimi büyük bir zevkle boşluğa bırakırdım. Buna eminim. :)


Ruletten çok şey beklemem komik olabilir, fakat kumardan herhangi bir şey kazanmayı ummanın aptalca ve manasız olduğunu savunan o genel inanç daha komik bence. Neden kumar para kazanmanın diğer yollarından, mesela ticaretten daha kötü olsun ki? Doğru, yüz kişiden ancak biri kazanır. İyi ama bundan bana ne?


Kısa sürede mümkün olduğunca para kazanma isteğini iğrenç bulmuyorum kesinlikle; "ne de olsa küçük bir miktarla oynadıklarını" söyleyenlere, hırsın küçüklüğünü gösterdiği için bundan daha kötü olduğu cevabını veren iyice semirmiş, hali vakti yerinde bir ahlakçının düşüncesi de bana hep aptalca gelmiştir. Hırsın küçüklüğü ya da büyüklüğü önemli sanki. İzafi bir mesele bu. Rothschild için küçük olan miktar, bana göre muazzam bir servettir; kar ve kazanma meselesine gelince, insanlar sadece rulette değil her şeyde sürekli kar ediyor, birbirlerine karşı bir şeyler kazanıyorlar zaten. Zahmetsiz kazancın ve menfaatin iğrenç olup olmadığıysa başlı başına bir sorun. Burada bunun tahliline girişecek değilim. Bende de fena halde kazanma isteği olduğu için, salona girdiğimde bütün o hırs, isterseniz hırsın iğrençliği deyin, gayet makul, hatta tanıdık geldi. İnsanların merasimi bir yana bırakıp birbirine teklifsiz davranabilmesi harika bir şey. Kendi kendini kandırmanın alemi var mı? Ne  gereksiz, ne beyhude bir çaba!


İki tür kumar vardır: Centilmen kumarıyla, ayaktakımının kaba, hırs dolu kumarı. Buradaki fark kesin bir çizgiyle belirlenir ve... aslında ne iğrençtir o fark!


Gerçek bir centilmen bütün servetini kaybetse de heyecanlanmamalıdır. Para bir centilmenden neredeyse umursamayacağı kadar aşağıda olmalıdır.


Onun gözünde zerre değeri olmayan bir köleysem, kaba merakım onu hiç bir şekilde incitemez de.


Fakat Polina'dan ayrılabilir miyim, çevresinde ispiyonculuk yapmadan durabilir miyim hiç?

Elbette ispiyonculuk alçakçadır. Ama umurumda bile değil! :)

Aşık, utangaç ve hastalıklı denecek ölçüde namuslu bir insanın bir kelimesi veya bir bakışıyla durumunu sezdirmektense, bir an evvel yerin dibine geçmeyi tercih edeceği zamandaki bakışları bazen çok ilginç ve komik oluyor. :)


Tam o anda gitmem gerekirdi ama içimde kadere meydan okumak, ona bir sille indirmek, dilimi

çıkarmak gibi tuhaf bir duygu uyandı. :)

Tarihsel olarak uygar batı insanının erdem ve meziyetlerinin başlıca temellerinden biri para biriktirmek olmuştur. Oysa bir Rus para biriktirme yeteneğinden mahrum olmakla kalmaz, kazandığını boş yere hem de çirkin bir biçimde harcar. Her halükarda biz Ruslara da para lazım olur -diye ekledim,- bu yüzden hiç emek harcamaksızın iki saat içinde birden zengin olabileceğimiz rulet gibi yollara pek düşkünüz. Böyle şeyler bizi hemen cezbeder, fakat hiç emek harcamadan, aklımıza estiği gibi oynadığımız için hep kaybederiz!


İnsanın yanına yaklaşmaya korktuğu namuslu adamlara hiç katlanamam.


Neyse buradaki her aile vater'in (baba) itaatkar kölesi. Ailenin bütün fertleri öküzler gibi çalışıyor, Yahudiler gibi de para biriktiriyor. Diyelim ki baba ileride bir iş kursun veya bir miktar toprak alabilsin diye büyük oğluna belli bir miktar gulden ayırdı, sırf bu yüzden kızına drahoma vermez ve kızcağız evde kalır. Küçük oğlanı da köle veya asker olarak satarlar ve parayı da ana sermayeye katarlar. Gerçekten burada böyle yapılıyor, araştırdım bile. Bütün bunların nedeni de namus, aşırı bir namus; öyle ki satılan küçük oğlan namus uğruna satıldığına yürekten inanıyor...İşte ideal dedikleri budur, kurbanın ölüme götürülürken bile sevinmesi. Ya sonra ne oluyor? Sonrası büyük oğlan için pek te kolay sayılmaz: Onun da bir yerlerde gönlünü kaptırdığı bir Amalhen'i vardır, fakat onunla 
evlenemez çünkü henüz yeterince para biriktirememiştir.Onlar da olanca terbiye ve samimiyetleriyle gülümseyerek kurban edilmeyi bekler. Amalhen'in avurtları çöker, kupkuru bir kız olur. Nihayet yirmi yıl sonra servetleri artar; guldenler namuslu ve erdemli biçimde birikmiştir...Vater kırkına varmış büyük oğlunu ve otuz beşine gelmiş, kupkuru göğüslü, kırmızı burunlu Amelhen'i kutsar...Bu esnada ağlar, ahlak üzerine bir vaaz verir ve sonra ölür. Bundan sonra büyük oğlan erdemli vater olur ve hikaye baştan başlar. Elli ya da yetmiş yıl sonra gerçekten hatırı sayılır bir sermaye biriktirmiş olan ilk vater'in torunu onu oğluna, o da kendi oğluna, öbürü de yine kendi oğluna bırakır ve böylelikle beş altı kuşak sonra bir Baron Rothschild veya Hoppe ve Ortakları -artık adı ne olursa- çıkar ortaya. Ne muhteşem bir gösteri değil mi efendim: Kuşaktan kuşağa geçen bir kaç asırlık bir emek, sabır, zeka, namus, karakter, metanet, hesapçılık ve bir de çatıda leylek! Daha ne istersiniz ki, bundan daha yüce bir şey olamaz; sonra kendi bakış açılarından bütün dünyayı yargılamaya ve suçluları, yani onlardan biraz olsun farklıları cezalandırmaya başlarlar. İşte böyle efendim: Ben Rus usulünce serserilik etmeyi veya ruletten servet kazanmayı tercih ederim. Beş kuşak sonra Hoppe ve Ortakları olmak istemiyorum. Kendim için paraya ihtiyacım var ve kendimi herhangi birinin sermayesinin vazgeçilmez parçası gibi hissetmiyorum. Bir sürü şey uydurduğumun farkındayım, ama varsın öyle olsun. Benim inançlarım böyle işte. :)


Evet efendim, köleniz olmak benim için bir zevktir. Sefilliğin, alçalmanın en son mertebesinde bile bir zevk vardır, -diye saçmalamaya devam ettim.- :)


Güzel mi değil mi bilmiyorum, ama yemin ederim karşımda öyle durduğunda ona bakmaya doyamıyordum, işte bu yüzden de onu sık sık öfkelendirmek çok hoşuma gidiyordu. Belki o da bunu farkettiği için kasten kızıyordu. Bunu ona söyledim. :)


Zevk her zaman yararlıdır; vahşi, sınırsız bir hakimiyet duygusunda da -bir sinek üzerinde olsa bile- kendine has bir zevk vardır. İnsan yaradılışdan zorbadır ve acı çektirmeyi sever. Sizse buna bayılıyorsunuz.


Avukatlar cinayet davalarında müvekkillerini aklamak için, olay anında hiç bir şey hatırlamadıklarını ve bunun da güya bir hastalık olduğunu iddia ediyor. "Öldürdü ama hiç bir şey hatırlamıyor," diyorlar. Gerçekten böyle bir hastalık olduğunu, geçici cinnet denen bu hastalığın etkisindeki birinin yaptıklarına dair neredeyse hiç bir şey hatırlayamayacağını, en çok yarısını veya çeyreğini hatırlayacağını söylüyorlar.


Bütün kadınlar aynıdır! En onurlu olanlar bile en aşağılık kölelere dönüşür! Polina ancak tutkuyla sevebilir, işte o kadar! İşte onun hakkındaki düşüncem bu!


İnsan ne çirkin bir varlık!


Erkeklerin hepsi horoz gibidir; bıraksaydınız da dövüşselerdi.


Ne olsa gözünü hırs bürümüş bir çocuk kadar neşeliydi şu esnada ve adet olduğu üzere tüyleri tamamen yolunacaktı. Çünkü her şeyle bütün bağlarını koparmış bir kolej öğrencisi gibi mutluydu ve kumarda kaçınılmaz olarak kaybedecekti.


Onun bütün sırlarını öğrenmek istiyorum; bana "Seni seviyorum" demesini isterdim, eğer bu çılgın umut gerçekleşmeyecekse...isteyecek başka neyim var? Ne istediğimi biliyor muyum? Kendimi kaybetmiş gibiyim; tek istediğim sonsuza dek, daima, bütün ömrümce onun yanında olmak, onun ışığıyla, onun halesiyle aydınlanmak. Ondan ötesini bilmiyorum! Ondan kaçabilir miyim hiç? :)


Kumarbazlar insanın bir gün boyunca elinden iskambil kağıtlarını bırakmadan, hatta sağına soluna bile bakmadan bir sandalyede oturabileceğini gayet iyi bilir.


Peki sevgim ona bu kadar iğrenç geliyorsa, neden bundan bahsetmeyi yasaklamıyordu bana?


O Fransız nasıl tüm dünyası olur?


Aslında Tanrı yaşlı da olsan kibri cezalandırır işte.


Bazen en çılgın, en imkansız görünen fikir kafanızda öyle bir yer edinir ki, öyle veya böyle gerçekleşeceğini zannedersiniz...Dahası bu düşünce şiddetli, güçlü bir arzuya eşlik ediyorsa, bazen onu kaçınılmaz, önceden belirlenmiş, kadere yazılmış, var olmaması, gerçekleşmemesi imkansız bir şey gibi kabul edersiniz! Belki burada başka bir şeyler, önsezilerin bir birleşimi, olağandışı bir irade, kendi hayal gücüyle kendini zehirleme veya buna benzer şeyler söz konusudur...


Gerçekten insan en iyi dostunun sefil olduğunu görmekten hoşlanır; dostluğun çoğu da bu sefillik üzerine bina edilir; bu da tüm akıllı insanların bildiği çok eski bir gerçektir.









1 yorum:

  1. Kumarbaz, Dostoyevski‘nin gençlik yıllarını, tutkulu aşkını ve kumar tutkusunu kaleme aldığı yapıtlarından biridir.

    Dostoyevski’nin parasızlıkla ve kumar düşkünlüğüyle mücadelesini anlatır.

    Kitaptaki en sevdiğim alıntı:

    ❝Başkalarının önünde ezilip büzülmeden, gönlünün dilediği gibi davranmaktan daha güzel bir şey yoktur.❞

    Devamını bloğumda bulabilirsiniz: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/dostoyevski-kumarbaz-kitap-yorumu/

    YanıtlaSil